Kıbrıs'ta Fırtınalı Günler: "Boşbakan" İthamı ve Ötesi
Nikolaos Stelya
Ankara ile Kıbrıs Türk toplumu arasındaki ilişkiler, son dönemde eşine az rastlanır fırtınalı günlerden geçiyor. Kıbrıs'ın kuzeyinde okullarda başörtüsü takılması meselesiyle fitili ateşlenen kutuplaşma, karşılıklı açıklamalar ve atılan adımlarla giderek derinleşiyor. Bu gergin atmosferde, perşembe günü Ankara'da bir Cumhurbaşkanlığı yetkilisinin Başbakan Ünal Üstel'e yönelik "Boşbakan" ithamı içeren sözlü sataşması, bardağı taşıran son damla oldu ve adadaki mevcut tansiyonu zirveye taşıdı. Bu olay, sadece anlık bir öfke patlaması mı, yoksa çok daha derin ve yapısal sorunların bir yansıması mı?
Ankara'nın Rolü ve Çelişkiler
"Boşbakan" ithamı, basit bir hakaretin ötesinde, yanıtlanması gereken ciddi soruları beraberinde getiriyor. Bugün Başbakan Üstel'in performansını beğenmeyen ve bunu diplomatik nezaketi hiçe sayarak dile getiren Ankara'daki çevreler, acaba 2020'lerin başlarında Kıbrıslı Türklerin iç siyasetine doğrudan müdahale ederek cumhurbaşkanlığı, başbakanlık ve hatta parti başkanlığı gibi kritik mevkilerdeki isimlerin belirlenmesinde rol oynayan çevrelerle aynı değil mi? Eğer bugün bir Kıbrıslı Türk yetkili "Boşbakan" olarak nitelendiriliyorsa, ona bu yolda destek veren, önünü açan ve bugüne kadar birlikte çalışanların sorumluluğu ve konumu ne olacak?
Kıbrıs'ta sinirlerin bu denli gergin olduğu bir dönemde, Ankara'da sorumlu bir mevkide bulunan bir yetkilinin böylesine provokatif bir dil kullanması nasıl açıklanabilir? Bu, bilinçli bir gerilim stratejisinin parçası mı, yoksa kontrolsüz bir güç gösterisi mi? Yoksa perde arkasında, Ada'nın geleceğine dair farklı senaryolar mı konuşuluyor?
Yeni Planlar mı Devreye Giriyor?
Son günlerde kulislere ve bazı haber kaynaklarına yansıyan "Kıbrıslı Türkler bu işi yönetemiyor, madem uluslararası tanınma da gelmiyor, en iyisi Türkiye'nin tam yetkili olacağı muhtariyet benzeri bir modele geçmek" şeklindeki fısıltılar, bu "Boşbakan" çıkışıyla birleşince daha da anlam kazanıyor. Acaba Ankara, Kıbrıs için yeni bir statü planını gerçekten masaya yatırdı mı veya yatırmak üzere mi?
Eğer böyle bir plan varsa, Ankara bu yolda kimlerle yürüyecek? Yıllardır, hatta TMT geleneğinden bu yana Türkiye'nin Ada'daki en sağlam müttefiki olarak görülen Ulusal Birlik Partisi (UBP) gibi köklü bir siyasi yapının temsilcileri dahi Ankara'nın gözünde "yetersiz" bulunuyorsa, Türkiye adadaki hangi "çalışma arkadaşları" ile yoluna devam etmeyi planlıyor? Nahçıvan benzeri bir modele geçilse bile, bu süreçte daha da zedelenen Ankara-Kıbrıslı Türkler ilişkilerini kim, nasıl onaracak? Ankara'da bu yaşananlara dair bir özeleştiri mekanizması işleyecek mi?
Sorumluluk Sadece İktidarda mı? Muhalefetin Suskunluğu
Giderek çetrefilleşen bu ilişkilerin sorumluluğunu sadece Türkiye'deki mevcut muhafazakâr-milliyetçi iktidara yüklemek de eksik bir analiz olur. Yıllardır Kıbrıs politikasındaki sorunlar ve Ada'daki sosyo-politik yapı üzerindeki baskılar artarken, Türkiye muhalefetinin etkili bir ses çıkarabildiğini söylemek zor. Kıbrıslı Türk gazeteci, yazar ve aktivistler için "yasaklılar listesi" oluşturulurken, ana muhalefet partisinin TBMM'de soru önergeleri sunmak dışında attığı "elle tutulur" adımlar neler oldu? CHP dışında, özellikle "Vatan-Millet-Sakarya" söyleminde iddialı olan diğer muhalefet partilerinin bu konudaki derin sessizliği nasıl açıklanabilir?
Kıbrıslı Türklerin Payına Düşen
Elbette eleştiri oklarını sadece Ankara'ya ve Türkiye muhalefetine yöneltmek de haksızlık olur. Kıbrıslı Türk toplumunun da kendi iç muhasebesini yapması gerekiyor. Yıllardır süregelen, olayların ve güç dengelerinin seyrine göre kâh Ankara'ya, kâh Lefkoşa'nın güneyine (Rum tarafı) veya Avrupa Birliği'ne yanaşma stratejisinin, toplumun temel sorunlarına çözüm getirmediği ve iç açıcı olmayan gerçekliği değiştirmediği artık görülmeli. Kendi ayakları üzerinde durabilen, ekonomik ve siyasi olarak daha özerk bir toplumsal yapı inşa etme hedefi; ancak doğru sınıfsal ve toplumsal analizler, özgüvenli bir diplomasi ve siyaset anlayışı ve başta adanın diğer sakinleri olmak üzere tüm coğrafyayla barışık bir vizyonla mümkün olabilir. Bu gerçekliği ne zaman tam anlamıyla kanıksayacağız?
Umuyorum ki son yaşananlar, Kıbrıs'ta özerk bir kültürel kimliğin ve varoluşun korunmasının ve geleceğinin güvence altına alınmasının; sadece kamu sektöründe bir iş, bir ev, lüks bir araba veya bir Avrupa pasaportu sahibi olmak gibi dar kalıplı küçük burjuva hedeflerinin çok ötesinde, ciddi fedakarlıklar ve kolektif bir bilinç gerektiren bir mücadele olduğunu hepimize öğretir. Toplumsal mücadelenin, bu yönde daha bilinçli ve kendinden emin adımlarla yeşermesi, belki de bu fırtınalı günlerden çıkarılabilecek en değerli ders olacaktır. Aksi takdirde, "Boşbakan" gibi ithamlar ve gerilimi tırmandıran adımlar, ne yazık ki gelecekte de karşımıza çıkmaya devam edecektir.