Dr. Nikolaos Stelya
Güncelleme: Yazının güncellenmiş versiyonunda ""Ayrı Kıbrıs Türk halkı" stratejisini benimseyen..." kısmı "Ayrı Kıbrıslı Türk halkı" stratejisini benimseyen..." olarak değiştirildi.
Adanın güneyinde, Kıbrıs Cumhuriyeti'nde, özellikle son yıllarda artan mülteci akınıyla birlikte, Kıbrıs Rum Sağı'nın Kıbrıslılık kimliğine dar, etnosentrik ve dinsel bir açıdan yaklaştığını görüyoruz. Bu kesime göre, modern Kıbrıs'ın "baskın" kimliği, Helen ve Ortodoks köklere sahip Kıbrıs Cumhuriyeti yurttaşlarıdır. Kıbrıs Rum Solu ise bu tartışmada, birçok meselede olduğu gibi, sesini yeterince yükseltemiyor ve genellikle Helence ya da Türkçe konuşan Kıbrıslıların ortak yurdu nostaljisine sığınıyor.
Adanın kuzeyinde ise Kıbrıs Türk Sağı, kökleri Kıbrıs'ta olan yurttaşlarla 1974 sonrası Anadolu'dan gelen nüfusu "Kıbrıs Türklüğü" potasında eritmeye çalışan bir retoriği benimsiyor. Bu yaklaşım, "Rum hata yaptı, biz zorla aldık, şimdi zevkini sürelim" anlayışıyla, militarist ve milliyetçi bir çizgide ilerliyor.
Ancak bu kimlik tartışmalarının ötesinde, meseleye sınıfsal-sosyoekonomik bir açıdan yaklaşmak, bize daha kapsamlı bir perspektif sunabilir. Zira kimlik olgusunun beraberinde taşıdığı duygusal boyutu sınıfsal gerçeklikle harmanlamayan her türlü yaklaşım, sorunu çözmekten ziyade derinleştiriyor.
Kıbrıs Rum Sağı'nın benimsediği "Kıbrıs Helen Ortodoks" gerçekliği, 1974'ten itibaren de facto bölünen adanın genelinde, ada topraklarına sınıfsal ve duygusal bağlarla eklemlenen insanları yok sayıyor. "Daha iyi bir gelecek için" Kıbrıs'a yerleşen, bu toprakları "evi" sayan insanları ikinci sınıf yurttaş (belki de adadan "kovulması" gereken kesimler) olarak görüyor. Evet, 1974'te Türkiye'nin Anadolu topraklarından insanları Kıbrıs'a yerleştirmesi (zorunlu bir mübadeleye girişmesi), uluslararası hukuk açısından yadırganacak bir durum. Ancak bu gerçeklik, bugün Kıbrıs'tan başka yurt bilmeyen, binbir zorluk altında yaşam mücadelesi veren yüzbinlerce emekçi insanın varlığını görmezden gelmemizi gerektirmez.
Öte yandan, Kıbrıs Rum Solu ve liberal çevrelerin benimsediği "şu veya bu dili konuşan Kıbrıslılar" retoriği de sınıfsal bakış açısını göz ardı ediyor. Limasol'da sömürülen bir seks işçisini, adanın kuzeyinde sigortasız çalıştırılan mevsimlik Kürt veya Alevi bir işçiyi bu çerçeveye nasıl yerleştirebiliriz? "Silahların gölgesinde geldiler, yurtlarına geri dönsünler" çıkışı, "yasa dışı göçmenler derhal sınır dışı edilsin" diyen aşırı sağcı söylemlerden ne kadar farklı?
"Ayrı Kıbrıslı Türk halkı" stratejisini benimseyen Kıbrıs Türk Solu kesimleri de önemli bir gerçeği göz ardı ediyor: 1974'te adanın kuzeyinden kopartılan insanlar sadece lüks villalarını değil, binbir zorlukla yarattıkları geçim kaynaklarını, evlerini bırakmak zorunda kaldılar. Bu insanların Kıbrıs'ta bir çözüme dek adanın kuzeyindeki topraklarına dönme hakları, uluslararası hukuk düzleminde baki kalacak. Ancak bu hakla, bugün o topraklarda yaşam mücadelesi veren kesimlerin hakları arasında dengeyi kurmak (ilkin diyaloğu, bu ne denli zor olursa olsun), sınıf mücadelesi veren kesimlerin ortak sorumluluğu olmalı.
Günümüz Kıbrıs'ı, 21. yüzyılın ikinci çeyreğinde, derinlemesine yeni bir sınıf kavgası temelli toplum stratejisine ihtiyaç duyuyor. Burada kastedilen, tabi ki yeni bir toplum mühendisliği macerası değil; modern ulus-devlet gerçekliğinin (bu gerçeği kabul edip etmemiz günün sonunda karşı karşıya olduğumuz gerçekliği değiştirmiyor) üzerinde şekillendiği duygusal bağlar ile sınıf kavgası arasında nazik dengeyi sağlayabilecek bir yaklaşım.
Kıbrıs'a aidiyet, etnik, dinsel veya dilsel sınırların ötesinde, adada yaşayan tüm emekçilerin ortak mücadelesini kapsayacak şekilde yeniden tanımlanmalı. Bu tanım, hem tarihsel gerçeklikleri hem de günümüz sosyoekonomik koşullarını dikkate almalı.
Kıbrıs sorunu, sadece siyasi bir mesele değil, aynı zamanda derin bir sınıfsal sorun. Bu gerçeği görmezden gelen her çözüm önerisi, eksik ve yetersiz kalacaktır. Adanın geleceği, kimlik siyasetinin dar kalıplarında değil, sınıfsal dayanışmanın geniş zemininde şekillenmelidir.