Skip to main content

Doğu Akdeniz’de Yeni Fırtına: Türkiye-İsrail İlişkilerinde Kıbrıs Çarpanı


Dr. Nikolaos Stelya*


*Stelya’nın yeni kitabı “Sintrofoi” Khalkedon Yayınları’ndan okuyucularıyla buluşuyor. 


Geçtiğimiz yıllarda Ankara ile Tel Aviv arasında esen “yeni bahar” rüzgârını hatırlamak zor değil. Diplomatik kaynaklar, 2023’ün son çeyreğinde üst düzey Türk heyetlerinin İsrail ziyaretine hazırlandığını, hatta enerji iş birliğinden turizme uzanan geniş bir ajandanın masada olduğunu ifade ediyordu. Ne var ki 7 Ekim 2023’te Hamas ve İslami Cihad’ın düzenlediği kanlı saldırı – Filistinli grupların “Aksa Tufanı” adını verdiği operasyon – bölgesel dengeleri kökten sarstı. Ankara’nın Gazze’deki ağır bombardımana karşı sert söylemi iki ülkeyi yeniden kopma noktasına getirdi.  

Bahar Havasından Kara Fırtınaya  

Gerginlik ilk bakışta Gazze kaynaklı bir refleks gibi görünebilir; ancak İsrail güvenlik çevrelerinin dikkati sadece Hamas dosyasında kilitli değil. Kudüs’te Başbakan Netanyahu başkanlığında art arda yapılan gizli toplantıların “Türkiye odaklı” gerçekleştiği haberleri sızmaya başlamış durumda. İsrailli bir uzmanın The Levant Files ile paylaştığı “İran’ı zayıflatma sonrası odak Türk tehdidine kayıyor” yorumu, Ankara-Tel Aviv hattındaki yeni bakış açısını özetliyor. Burada “tehdit” sözcüğünün gerçek riskle algı arasındaki gri bölgede şekillendiğini unutmamak gerek; zira İsrail’in elindeki veriler şimdilik kamuoyuna açık değil, bizim eldekiler ise kulis bilgileriyle sınırlı.  

Kuzey Kıbrıs Neden Gündemde?  

Son dönemde İsrail basın ve diplomasi kulvarlarında artan “Kuzey Kıbrıs tehlikesi” başlıklı yorumlar, Doğu Akdeniz satrancına taze ama kritik bir hamle ekledi. İddiaya göre Ankara, adanın kuzeyine yüksek teknoloji ürünü sistemler, SİHA altyapısı ve radar ağları konuşlandırıyor. İsrailli stratejistler bu yığınağı, hem Levant’taki hava koridorlarını hem de Mısır-Yunanistan hattındaki enerji projelerini risk altına sokacak bir piyon olarak okuyor.  

Öte yandan Kuzey Kıbrıs’taki bazı tarikat yapılanmaları, Kafkasya kökenli gruplar ve buraya yerleşen İranlı öğrenciler de Tel Aviv’in güvenlik raporlarında “ulusal tehdit” etiketiyle yer alıyor. Kaynaklar, “İran istihbaratının Kuzey Lefkoşa’nın stratejik noktalarına sızdığı” iddiasını dillendirse de, bu savların henüz uluslararası düzlemde ve özellikle Ankara’da doğrulanmadığını hatırlatmakta fayda var. İsrail’in rahatsızlık duyduğu bir diğer başlık ise uyuşturucu-kara para-fuhuş üçgeninin ada üzerindeki görünmez hattı: Afganistan’dan başlayıp İran, Irak, Suriye ve Kıbrıs’a uzanan rota Latin Amerika kıyılarına kadar gidiyor. Tel Aviv, “Kıbrıs’ın kuzeyinin uluslararası tanınmamışlık statüsünün” suç ağlarına alan açtığını düşünüyor.  

Çatışan Enerji Rotaları  

Doğu Akdeniz’de gaz denklemi, halihazırda Türkiye-İsrail arasında potansiyel ortaklık ile İsrail-Yunanistan-Kıbrıs üçlüsü arasındaki rekabeti aynı anda içeriyor. Gazze savaşı, diplomasinin kırılgan zeminini daha da oynattı; enerji şirketleri yeni boru hattı projelerinde frene bastı. Ankara’nın Kuzey Kıbrıs üzerinden Mavi Vatan doktrinini tahkim etmesi, Tel Aviv için “eksen kayması” sinyali veriyor. Bu sinyalin abartılı algı mı yoksa somut askerî gerçeklik mi olduğuna dair net veri henüz yok, fakat algının kendisi bile karşı politikaları tetiklemeye yetiyor.  

Riskler, Yanılgılar ve Fırsatlar  

Görünen o ki bölgesel aktörlerin korkuları kendi kendini besleyen bir döngü yaratıyor. İsrail, İran’ın gölgesi hafifler hafiflemez odağını Türkiye’ye çeviriyor; Ankara ise hem Gazze’de “siyasi-ahlakî pozisyon” almak hem de Doğu Akdeniz’de jeopolitik alanını genişletmek istiyor. Bu esnada Kuzey Kıbrıs, tanınmamışlığının getirdiği hukukî boşlukla, gerçek risklerin yanı sıra “mükemmel dış düşman” arayışının da kolay hedefi hâline geliyor.  

Oysa Doğu Akdeniz’in kalıcı istikrarı, karşılıklı güvensizlik sarmalını kıracak şeffaf mekanizmalar kurmaktan geçiyor. Askerî varlıkların niteliği ve sayısı bağımsız denetime açılabilir; enerji projelerinde çok paydaşlı konsorsiyumlar oluşturularak “sıfır toplamlı” denklem yumuşatılabilir. Başta Türkiye ve İsrail kamuoyları olmak üzere bölge halklarının, milliyetçi hamaseti alkışlamak yerine karar vericileri şeffaflığa zorlaması şart.   

Doğu Akdeniz bugün, aynı anda hem kaynak zenginliği hem jeopolitik kırılganlık barındıran nadir bir havza. Türkiye-İsrail ilişkileri bu havzanın barometresi gibiydi; şimdi barometre kırık, göstergeler sapıtıyor. Kıbrıs dosyasını Ankara-Tel Aviv gerilimine eklemek, denklemi çözümsüzlüğe sürükleyebilir. Çıkış yolu, bağnaz söylemlerden sıyrılıp soğukkanlı bir perspektifle “ortak tehdit” değil, ortak çıkar zeminini yeniden keşfetmekten geçiyor. Emperyal planların gölgesinde değil, bölge halklarının iradesiyle inşa edilecek bir gelecek hâlâ mümkün – yeter ki Bâbil Kulesi misali korkularımıza teslim olmayalım.

Foto: Gemini AI teknolojisi ile yaratıldı