Skip to main content

İsrailli Yazar, Ankara’nın Husi’leri “Gayriresmî Donanma” Gibi Kullandığını Öne Sürüyor

İsrailli Uluslararası siyaset ve stratejik iletişim uzmanı Shay Gal’ın yeni makalesi, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’nin “Orta Koridor” vizyonunu ilerletirken Yemen’deki Husi hareketine zımnen alan açtığını; bunun da Babülmendep ve Kızıldeniz’de deniz taşımacılığını sekteye uğratarak Süveyş güzergâhını zayıflattığını savunuyor. Yazıya göre bu yaklaşım, güvenlik, siyaset ve ekonomi boyutlarında Ankara’ya kazanç sağlıyor; trans-Hazar kara hatlarını denizlerdeki riskler karşısında daha “güvenli” alternatifler olarak pazarlıyor.

Önceki bir yazısında, Kıbrıs ve Yunan hükümetleriyle koordinasyon içinde İsrail’in Kıbrıs’ın kuzeyine müdahale etmesi gerektiğini öne süren Gal, Ankara’nın İran, Katar ve Yemen’deki müttefik fraksiyonlarla kurduğu bölgesel ağ üzerinden Husi’lere kanallar açtığını ileri sürüyor. 2014’te Türkiye’de Kudüs Gücü faaliyetlerine ilişkin üst düzey soruşturmanın kapatılması ve şüpheli İİKB (IRGC) şahısların serbest bırakılmasının ardından İstanbul merkezli paravan şirketlerin oluştuğunu; bunların Yemen’e gizli finansman ve silah aktarımında kilit arterlere dönüştüğünü iddia ediyor. ABD Hazine Bakanlığının 2022’de Al Aman ağına, 2023’te ise Al Aman Kargo’ya Husi ağlarına para aktardıkları gerekçesiyle yaptırım uygulaması; Nisan 2025’te Türkiye’den faaliyet gösterdiği belirtilen İranlı para aklayıcı Hossein Jafari’nin, çalınmış Ukrayna tahılından Rus silahlarına uzanan çok milyon dolarlık işlemleri Türk aracılar üzerinden kolaylaştırdığı için listeye alınması, makalede bu çerçevede ele alınıyor.

Yemenli kaynaklara dayandırılan anlatıma göre 2017 Körfez krizinin ardından Doha ve Ankara’da gerçekleştirilen gizli temaslar, cephelerde tek kurşun sıkılmadan koordineli geri çekilmeler ve hat devirlerini mümkün kılan “saha mutabakatları” doğurdu. Son on yılda Türkiye’den Husi’lere en az 10 bin tüfeğin şeker ve plastik sevkiyatlarına gizlenerek gönderildiği, buna rağmen tek bir soruşturma açılmadığı öne sürülüyor. Birleşmiş Milletler (BM) raporlarının, Almanya menşeli sensörlerin Türk şirket ve limanları üzerinden İran’daki tesislere ulaştırıldığını; bu parçaların 2019’daki Abkayk saldırısında, BAE’ye yönelik atışlarda ve İsrail’e doğru fırlatılan roketlerde kullanılan Husi füzelerinde tespit edildiğini belgelediği aktarılıyor. Makale, Ankara’nın yalnızca Husi’lerin yükselişine göz yummadığını; Hamas’ı da içeren terör finansmanı toleransı dâhil, bunu fiilen mümkün kıldığını savunuyor.

Gal, sahadaki gelişmelerin bu hizalanmayı görünür kıldığı belirtiliyor: Ocak 2022’de Husi’lerin Abu Dabi’ye saldırısı, Erdoğan’ın BAE’ye “yumuşama” açılımıyla aynı zamana denk geldi; Kasım 2023’ten itibaren Kızıldeniz’de 100’ü aşkın saldırı kaydedildi, iki gemi batırıldı, biri el kondu, mürettebat kayıpları yaşandı ve “İsrail bağlantılı” gemilere abluka uygulandı. Ocak 2024’te Erdoğan’ın Husi’lerin “başarılı savunmasını” övdüğü; Katar’ın devlet kanalı El Cezire’nin, Doha’nın Ankara’yla uyumlu çizgisini yansıtan olumlu yayın yaptığı iddia ediliyor. Kasım 2024’te Türk bayraklı Anadolu S’nin vurulmasının ardından üst düzey Husi yetkilisi Muhammed Ali el-Husi’nin, Türkiye’yi “Siyonistlere karşı mücadelenin ortağı” ilan ettiği hatırlatılıyor.

Gal, bu yaklaşımı Türkiye’nin genişleyen lojistik stratejisiyle ilişkilendiriyor: Kızıldeniz’deki risk algısı yükselirken Ankara, Çin’i Orta Asya, Hazar ve Azerbaycan üzerinden Türkiye’ye bağlayan Orta Koridoru; Azerbaycan’ı Nahçıvan’a Ermenistan üzerinden bağlaması öngörülen, Başkan Trump’ın “Barış Koridoru” diye andığı Zengezur Koridoru’nu ve Irak’ın Fav’dan Türkiye’ye uzanan Kalkınma Yolu’nu, Çin’in Kuşak-Yol girişimine tamamlayıcı ya da alternatif “dayanıklı” seçenekler olarak sunuyor. Sudan’ın Suakin Limanı için 2017’den beri yürürlükte olan kira anlaşması ve Somali’deki üsten oluşan ayak izinin, Babülmendep’te “yönetilebilir sürtüşme” yaratarak trafiği kara hatlarına yönlendirmeyi amaçlayan “kontrollü kriz” doktrininin parçası olduğu öne sürülüyor. Ocak 2024’te İran’ın Irak-Türkiye petrol tankeri el koymasına Ankara’nın düşük tonajlı tepkisi de, düşük yoğunluklu kesintilere tahammül edildiğinin işareti olarak yorumlanıyor.

Hukuki zeminde makale, Türkiye’nin Husi’lere doğrudan veya dolaylı desteğinin BM Güvenlik Konseyi’nin 2216 sayılı kararı (silah ve yardım yasağı), Deniz Hukuku Sözleşmesi (seyrüsefer özgürlüğü) ve 1999 Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Sözleşmesi’ni ihlâl ettiği iddiasında. Bu “üçlü ihlal”in, yaptırımlar, ticari kısıtlamalar, ittifak mekanizmalarından askıya alma ve uluslararası ihalelerden dışlama gibi sonuçları meşrulaştırdığı savunuluyor. Gal, meseleyi NATO için bir sınav olarak çerçeveliyor: Bir üye ülke, ortakların gemiciliğini hedef alan unsurlara destek verip bedel ödemeden yoluna devam edebilir mi? Gecikmenin Eilat’tan Mısır’a ve Akdeniz ticaretine kadar maliyeti artırdığı, Avrupa’yı rotalarını değiştirmeye zorladığı uyarısı yapılıyor.

Son kertede yazı, Husi’leri Erdoğan için hem dışarıda bir vekil güç hem de içeride sembolik bir kaldıraç olarak resmediyor; Türkiye’nin Batı’ya ve Arap rakiplerine meydan okurken stratejik lojistik hedeflerini ilerlettiği iddiasını vurguluyor.

Foto: Gemini AI teknolojisi ile yaratıldı.