Christodoulides, BM Konuşması ve İsrail Politikası Nedeniyle Yunanistan'dan Sert Eleştirilere Maruz Kalıyor
Yunan haber platformu News247’de yayımlanan Dimitris Christopoulos’un inceleme yazısına göre, Kıbrıslı liderin bu yaklaşımı, adanın kuzeyini işgal altında tutan Türkiye karşısındaki meşru iddialarını zayıflatacak tehlikeli bir çelişki yaratıyor. Christopoulos, "İsrail-Kıbrıs-Yunanistan üçgeni"nin Türkiye karşıtı bir eksen olarak işlev görmesinin, Türklerin Kıbrıs’ı işgalini konu alan ve iki nesli meşgul eden yasal Yunan-Kıbrıs argümanlarını temelden sarsacağını savunuyor.
24 Eylül 2025’teki BM konuşmasında Cumhurbaşkanı Christodoulides, Türkiye’nin Kıbrıs topraklarını yasa dışı işgaline devam etmesine rağmen Filistin ve Gazze konusunda uluslararası hukuk vurgusu yapan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı "seçici duyarlılık ve en üst düzeyde ikiyüzlülük"le itham etti. Ancak eleştirmenler, Kıbrıs’ın kendi adına çifte standart sergilediğini vurguluyor: Ada yönetimi, İsrail’in Filistin topraklarını işgal etmesine rağmen Tel Aviv ile yakın stratejik ve diplomatik bağları sürdürüyor.
"Erdoğan’ın Filistinlileri savunurken Kıbrıs’ta işgali desteklemesinin ikiyüzlülük olduğunu kabul ediyorsak, Kıbrıs’ın tam tersi bir tutumla İsrail’i desteklemesinin adı ne olur?" sorusunu gündeme taşıyan Christopoulos, Kıbrıs’ın sistematik İsrail politikasına gönderme yaparak bu duruşu, özellikle işgalin 50. yılına denk gelen ve uluslararası toplumun Kıbrıs sorununa olan ilgisinin azaldığı bir dönemde, Kıbrıs mücadelesi için "kendi kendini baltalayan bir akılsızlık" ve "ideolojik intihar" olarak nitelendiriyor.
Christodoulides’in BM konuşmasında ayrıca Ukrayna’ya "tartışmasız dayanışma" vurgusu yapması dikkat çekti. Başkan, Ukrayna’nın işgal deneyimini Kıbrıs’ın yarım asırlık trajedisiyle eşleştirerek, uluslararası kamuoyunun dikkatini çekmeye çalıştı. Ancak eleştirmenler, bu vurgunun Filistin halkına yönelik benzer bir dayanışmanın eksikliğinde gölgede kaldığını belirtiyor. Christodoulides, Gazze’deki durumu "insanî bir trajedi" olarak tanımlamakla yetindi ve sorumluların kimler olduğunu belirtmekten kaçındı.
Christopoulos, Kıbrıs’ın bu tutumunun "ahlakî itibarsızlığa" yol açtığını ve Cumhurbaşkanı Christodoulides’in "Filistin soykırımını" teşhir eden bu süreçte ülkeyi temsil etmenin kişisel sorumluluğunu taşıdığını savunuyor. Bu yaklaşımın uluslararası desteği uzaklaştırdığını, "parya devlet" olarak nitelendirilen İsrail’den Kıbrıs’ın ne gibi bir karşılık bekleyebileceğini ve Netanyahu’nun Kıbrıs’ı Türkiye karşısında savunup savunmayacağının uluslararası camia tarafından ciddiye alınıp alınmayacağını sorguluyor.
Eleştiriler, ahlakî argümanların ötesine geçerek ulusal çıkarlar açısından da endişe verici sonuçlar doğurduğunu gösteriyor. Analize göre, Kıbrıs’ın mevcut politikası, adanın kendi işgal davasında dayandığı uluslararası hukuku zayıflatırken, aynı anda ulusal çıkarlarını da riske atıyor. Eleştirmenlere göre, bu çelişkili duruş, uluslararası toplumun Kıbrıs’ın yaşadığı travmaya duyarlılık göstermesini zorlaştırıyor; çünkü ada yönetimi, "kendi sınırları önünde" benzer hak ihlâllerini görmezden geliyormuş gibi bir izlenim yaratıyor.
Bilindiği üzere 15 Temmuz 1974 tarihinde Yunanistan’daki askerî cunta ve Kıbrıs’taki iş birlikçileri Kıbrıs’ta kanlı bir darbe gerçekleştirerek adanın seçilmiş Cumhurbaşkanını devirdiler. Bu gelişmeden bir kaç gün sonra Türk Silahlı Kuvvetleri adanın kuzeyine askerî operasyon başlattı. Bu operasyon sonucu ada toprakları de facto olarak ikiye bölündü. Kıbrıs, Yunanistan ve BM üyeleri bu operasyonu bir istilâ-işgal olarak tanımlarken, 1983’te Turgut Özal’ın Başbakanlığa gelmesinden kısa bir süre önce Ankara’da cunta yönetiminin desteğiyle kurulan KKTC isimli yapıyı işgal sonucu ortaya çıkan yasa dışı bir yapı olarak tanımlıyor.